Temmuz 04, 2019
15 Temmuz darbe girişiminin 3. yıl dönümü vesilesiyle Türkiye Maarif Vakfı Genel Merkezi’nde “15 Temmuz’u Anlamak” başlığıyla bir panel düzenlendi.
Moderatörlüğünü Türkiye Maarif Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Doç. Dr. Cahit Bağcı’nın üstlendiği panele, Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdurrahman Babacan ve SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörü Prof. Dr. Muhittin Ataman katıldı.
Panelin açılışında konuşan Türkiye Maarif Vakfı Başkanı Prof. Dr. Birol Akgün, 15 Temmuz’un, siyasi açıdan Türkiye adına çok önemli bir dönüm noktası olduğunu belirterek, hain darbe girişiminin ne anlama geldiğinin her geçen gün daha iyi anlaşılmaya başlandığının altını çizdi.
Akgün, o gece büyük bir travma yaşandığına işaret ederek, “Bu hakikaten siyasi bir travmaydı ama, şiddetin siyasi iktidarı değiştirme yönünde nasıl kullanılabildiğini göstermesi bakımından son derece acılı bir olaydı” diye konuştu.
Vatandaş tarafından ortaya konulan iradenin Kuva-i Milliye ruhunun tezahüründen başka bir şey olmadığını vurgulayan Akgün, “O gece darbe yapmaya kalkan, demokratik yolla seçilmiş olan siyasi iradeyi iş başından uzaklaştırmak için şiddet kullanan insanların arkasındaki yapı; yıllarca siyasetle ilişkisinin olmadığını, eğitimi ve insan yetiştirmeyi öncelediğini söyledi. Ve güya bu hedefi gerçekleştirebilmek uğruna dünyanın farklı ülkelerinde sözde iyi niyetle okullar açtı” ifadelerini kullandı.
Akgün, Türkiye Maarif Vakfı olarak yurt dışında bulunan FETÖ iltisaklı pek çok okulun, tekrar asıl sahibi olan millete teslim edilmesi hususunda gayret gösterdiklerini anlattı.
Vakfın icraatlarından da bahseden Akgün, Türkiye Maarif Vakfı’nın çok kısa bir sürede dünyanın 34 ülkesinde, son derece açık, şeffaf, herhangi bir gizli ajanda barındırmayan eğitim çalışmaları yürüttüğünü, 100 ülke ile temas halinde olduğunu, dünyadaki eğitim trendlerini de yakından takip ettiğini dile getirdi.
“15 Temmuz’un pek çok açıdan incelenmesi gerekiyor”
Panelde ilk konuşmayı yapan Prof. Dr. Atilla Yayla, darbe girişiminin Türkiye’nin siyasi tarihinin en mühim olaylarından biri olduğuna değinerek, şu değerlendirmede bulundu:
“15 Temmuz pek çok açıdan önem taşıyor. Dolayısıyla tafsilatlı bir şekilde incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekiyor. Türkiye bunu yavaş yavaş yapıyor. Ama atılması gereken daha çok adım var. 15 Temmuz bir darbe teşebbüsüydü. Ve fakat, Türkiye tarihinin gördüğü belki de en korkunç, en sinsi darbe teşebbüslerinden biriydi. Pek çok faktörün bir araya gelmesi sayesinde püskürtüldü ve Türkiye tarihinin en önemli olaylarından biri olarak tarihe geçti. 15 Temmuz’un diğer darbelerde ve darbe girişimlerinden hem ortak hem de farklı yönleri bulunuyor. Onu diğerlerinden farklı kılan en önemli unsur, ordu dışından idare edilmiş olması. FETÖ dediğimiz örgüt, ordudaki kaba ve basit mantıkla işleyen bir darbe teşebbüsü gerçekleştirmedi. Aslında FETÖ’nün amacı bir iktidar değişikliği yapmaktan ziyade, Türkiye’de hakimiyeti tesis ederek belki de yepyeni bir sistem inşa etmek ve kendi kafalarına göre bir toplum oluşturmaktı. Buna uygun bir örgütlenme içerine girmişlerdi”
Prof. Dr. Yayla’nın ardından söz alan Doç. Dr. Abdurrahman Babacan da 15 Temmuz darbe girişimi öncesindeki süreci anlatarak, olan biteni bir işgal hazırlığı planının en son aşaması olarak yorumladı.
Babacan, “FETÖ, devletin kılcal damarlarına kadar işlemiş. Ancak sosyolojideki karşılıkları çok sınırlı. Dolayısıyla ‘Biz devleti ele geçirelim, buradan bir sivil toplum, bir sermaye yapısı dizayn edebiliriz' düşüncesindeydi. Hatırlayalım, 25 Aralık’ta kendilerine sivil alanda rakip olabilecek başka aktörlerin ve iş insanlarının üstüne gittiler. Dolayısıyla devleti ele geçireceklerdi ve sonra da hem sermayenin, hem akademik ve entelektüel kitlenin, hem sivil toplumun, hem de medya dünyasının tahakkümünü ellerine geçireceklerdi. Olayın bence asıl fotoğrafını görmek için buralara bakmak lazım” dedi.
“Batı yerli ve milli bir hükümet istemiyor”
Doç. Dr. Babacan’ın ardından konuşan Prof. Dr. Muhittin Ataman, 15 Temmuz’da yaşananların askeri darbenin çok ötesinde bir olay olduğunu dile getirerek, gün geçtikçe de bunun ne kadar farklı ve karmaşık bir hadise olduğunun ortaya çıktığını söyledi.
Ataman, “Batı medyası darbenin gerçekleştiğinin, Türkiye’de hükümetin düştüğünün yaygarasını yaptı. Bu, temennilerin hakikatmiş gibi yansıtılmasından başka bir şey değildi. Darbe girişimi bastırıldıktan sonra da söz konusu tavırda herhangi bir değişiklik yaşanmadı. Türkiye’nin sanki darbe sonrası demokrasiye geçeceği yönünde yayınlar yapmayı sürdürdüler. Halbuki askeri darbenin demokrasinin katledilişi olduğunu, demokratik yollarla iktidara gelmiş bir hükümetin zorla değiştirilmesi teşebbüsünü tersine çevirerek, tersinden okumaya çalıştılar. Bu yaklaşım, onların ne kadar az dürüst olduğunu gösteriyor” değerlendirmesinde bulundu.
Batı’nın yerli ve milli bir hükümet istemediğini, Türkiye’nin Ankara’dan değil, başka bir merkez üzerinden yönetilmesi için çabaladığını ortaya koyan bir yaklaşım sergilediğini ifade eden Prof. Dr. Ataman, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Öyle anlaşılıyor ki bu önümüzdeki gün ve yıllarda bu karşıtlık devam edecek. Ya o hiyerarşik, geleneksek ast-üst ilişkisi şeklinde cereyan eden süreç vukuu bulacak ya da eşitler arasında ilişkiler kurulmuş olacak. Bugünden baktığımız zaman ABD ile yaşadığımız; mesela S-400 sorunu, F-35 uçak krizi gibi konularda Batılıların alışık olmadığı bir söylem söz konusu. Yani Türkiye onlarla eşit bir taraf, muhatap, aktör olarak masaya oturmak istediğini söylüyor ama onlar son zamanlara kadar, neredeyse 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca devam eden süreçte o hiyerarşik ilişkiyi, kendilerine bağımlı bir Türkiye yönetimini istiyorlar. Zaten iki taraf arasındaki ilişkilerin böylesine gerilmesinin bana göre en temel nedeni de budur. Yani ya yeni Türkiye'nin bu siyasal üslubunu kabul edecekler veya bu gerilim giderek, artarak devam edecek. İnşallah ülkemizin aleyhine olmaz ama Batılı aktörler, Türkiye’yi bir kopuşa zorluyor.”